KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

8 Ekim 2011 Cumartesi

OSMAN ŞAHİN İLE ANAMUR'DA

Takvim yaprakları 6 Ekim 2011 Perşembe’yi gösteriyor. Yazar Osman Şahin, Mersin’den Aydıncık’a gelecek. Eşimle onu bekliyoruz, emekli felsefe öğretmeni İhsan Sezer de yanımızda. Öğleye doğru geliyor Osman Şahin, yüzü hep güleç. “Canım kardeşim” diyerek sarılıyoruz birbirimize. Öykü yazarı Nazmi Bayrı da iniyor arabadan, kucaklaşıyoruz.Biraz dinlendikten sonra limana gidiyoruz Kelenderis Mozaiğini görmek için.
Öğle yemeğinden sonra da yola düşüyoruz Anamur’a gitmek üzere.
Osman Şahin’in 40. sanat yılı vesilesiyle 4 Ekim’de Adana’da, 5 Ekim’de Mersin’de etkinlikler düzenlenmişti. 6 Ekim akşamı da Anamur Eğitim-Sen Temsilciliği’nde bir söyleşi yapacağız.
Nazmi Bayrı, İhsan Bey’in arabasına biniyor. Osman Şahin benim arabamda. Yoğun bir sohbet. Ne hızlı geçiyor zaman, ne çabuk bitiyor kıvrım kıvrım yollar!
Anamur’da Esya otele iniyoruz. Otelin sahibi Yakup Uygunkubaş, eşi, kızı, oğlu hepsi candan davranıyor. Evimizde gibi duyumsuyoruz kendimizi. Gazeteci yazar Güngör Türkeli karşılıyor bizi orada. Daha sonra şair Muhammet Güzel ile şair Murat Koçak da katılıyor aramıza.
Akşam yemeğinden sonra söyleşi yerine ulaşıyoruz. Eski Kütüphaneler Genel Müdürü Gökçin Yalçın bizden önce gelmiş Eğitim-Sen’e. Salon dolmuş, ilgi yoğun.
Konuşmacılar olarak alıyoruz yerlerimizi. Konuşmaya Güngör Türkeli başlıyor. Gökçin Yalçın’ın konuşmasıyla sürüyor toplantı. Ve sıra bana gelince ben de yapıyorum konuşmamı.

Değerli Konuklar,
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bu etkinliği düzenleyen Anamur Eğitim-Sen temsilciliğine ve düzenlenmesinde emeği geçen dostlara şükranlarımı sunuyorum. Toplantının baş konuğu, değerli yazarımız, ustam Osman Şahin’e de hoş geldin diyor, kendisini yürek yükü sevgiyle kucaklıyorum.
Osman Şahin benim öykü ustamdır. Beni öyküye o özendirdi. Çıktığım öykü yolculuğunda da hiç yalnız bırakmadı, desteğini asla esirgemedi. “Sümbül Gölü” adlı öykü kitabımın isim babası oldu, tanıtım yazısını yazdı.
40. sanat yılını kutlama etkinliğinde ustamla yan yana olmak, bana gurur ve heyecan veriyor. Heyecanlanıyorum çünkü çırağın ustası hakkında, hem de onun yanında konuşması zor zanaat. Yalnızca bu değil, doktora tezlerine konu olacak bir yazarı 20/25 dakikaya sığdırarak, onunla ilgili damıtılmış bilgiler sunmak da kolay değil.
Evet, Değerli Dostlar!
Zamanımız sınırlı olduğu için ben sizlere kısaca ustamın yaşamöyküsünden, edebi kişiliğinden ve öykücülüğünden söz edeceğim.
Osman Şahin, Mersin Aslanköy’de bir kuzlukta doğar. On üç çocuklu, yoksul bir Yörük ailesinde geçer ilk çocukluğu. Fistanlı, yalınayak, başıkabak, kaybolursa çabuk bulunsun diye de boynuna asılmış bir çanla dolaşıp durur kıl çadırın çevresinde.
Beş yaşlarındayken yılan sokar Osman’ı. Ne yol ne araba ne de para vardır hastaneye götürmek için. Kızgın demirle dağlarlar yılanın soktuğu yeri. Sütle temizlerler yarasını.
Okula başlar Osman. Çıra ışığında, senit üzerinde ders çalışır. Boş zamanlarında da oğlak güder.
İlkokulu bitirince sınava girer ve Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsünü kazanır. Nasırlı ayakları ilk kez çorap ve ayakkabıyla tanışır. Osman Şahin de insan ayağının bir numarası olduğunu burada öğrenir.
“İkinci doğum yerim” dediği köy enstitüsünü bitirerek, soran, soruşturan, aydınlanmacı bir öğretmen olur. Daha sonra da Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümünü bitirip, spor öğretmenliği yapar çeşitli illerde.
Derken yazar olur; 30 kadar kitabın, bir o kadar da senaryonun altına imzasını atar. Öykücü ve senarist olarak da ödül üstüne ödül alır 15’i öykülerden, 35’i filmlerden. Öyküleri yabancı dillere çevrilir. “Obruk Bekçisi” öyküsünü ben de Fransızcaya çevirdim ve bir öykü antolojisinde yer aldı. Daha sonra da “Son Yörük” ü çevirdim Fransızcaya.
25’e yakın öyküsü filmleştirilir: Züğürt Ağa/ Kızgın Toprak/ Firar/ Kurbağalar/ Avcı/ Tomruk/ Kibar Feyzo/ Fırat’ın Cinleri/ Yağmurdan Sonra/ bu filmlerden bazılarıdır.
Osman Şahin’in edebi kişiliğine gelince, o toplumcu gerçekçi bir yazardır ve her şeye eleştirel bakar. Onun öykülerinin görünmeyen yüzünde devletin, düzenin, insanın eleştirisi vardır. Devlet varlığını gerektiği gibi duyumsatmadığı zaman, şeyhin, ağanın dediği yasa, yaptığı töre olur. Bu durumda da onların emrindeki insanlar bir türlü yurttaş olamaz hep kul kalır. Topraksızlığı, yoksulluğu, sömürülmeyi, cehaleti yazgı olarak kabullenir. Böyle olunca da mutluluğu öteki dünyada aramaya kalkar.
Ülke sorunlarına duyarsız kalamayan Osman Şahin, yapıtlarında feodal yapının, törenin, geleneğin esiri olmuş, ezilmiş, acı çeken insanı anlatır.
Osman şahin, gözlemci gerçekçilikten beslenen bir yazardır. Öğretmen olarak atandığı Doğu ve Güneydoğu’da, gözlemlediklerinden, yaşadıklarından ve duyduklarından müthiş öyküler çıkarmıştır. Ayrıca 1978 yılındaki bir roman eleştirisi yüzünden hakkında açılan davada 12 Eylül Döneminde 18 aya mahkûm olur. Hapishanede yaşadıklarından, gözlemlerinden diğer mahkûmlardan duyduklarından oluşan öyküler yer alır “Kolları Bağlı Doğan”da. Bu kitap tam bir 12 Eylül belgeseli tam bir hapishane edebiyatıdır. “Firar” buradaki bir öyküden filme alınmıştır.
Evet, değerli edebiyatseverler!
İnsandan, yaşamdan, gerçekten kopuk bir edebiyat anlayışına karşı olan Osman şahin, adını duyurduğu “Kırmızı Yel”den son öykü kitabı “Darağacı Avı”na kadar toplumcu gerçekçi edebiyat anlayışından, hiçbir zaman ödün vermemiş, başkalarının istediklerini değil kendi içinden gelenleri yazmış, kalemini satmamış, her koşulda dimdik durmasını bilmiş, Atatürkçü bir yazardır.
Romanları, araştırma yazıları, röportajları da olan Osman Şahin daha çok öykücü olarak tanınır. Öykücülüğü hakkında da kısaca şunları söyleyebiliriz:
Osman Şahin olay öykücüsüdür; ancak olay onun için bir amaç değil insanı ve yaşamı sorgulamak, insanın insanla ve doğayla ilişkilerini sergilemek için bir araçtır. Osman Şahin, olayı anlatırken olay karşısında insanın kişilik yansımalarını gözler önüne serer, olayın geçtiği yöredeki ekonomik ve toplumsal yapıyı, namus ve töre kavramını, kadın erkek ilişlilerini, insanların duygu ve davranışlarını etkileyen, biçimleyen, yönlendiren koşulları eleştirel bir bakışla ele alır. Yazarımız, okurlarına yoğun bir şok yaşatmak, akıllarını bulandırmak, yüreklerini titretmek için de olaydan yararlanır.
Olay, kısa bir zaman diliminde olup biter; öyle haftalara, aylara, yıllara giden, bir ömür içeren konular ele alınmaz. Dolayısıyla Osman Şahin’in öykülerinde zaman da mekân da sınırlıdır.
“Yazar, en iyi nereyi ve neyi biliyorsa onu yazar” diyen Şahin’in ilk öykülerinde olay, kişi ve mekân Doğu’ya aittir. Sınıf arkadaşı Adnan Binyazar, Osman Şahin’e “ Sen aslına dön, Toroslar’ı anlat, nasıl olsa Doğu’yu anlatan var” deyince de Şahin kendi yöresini yazmaya başlar ama yine de bırakmamıştır Doğu’yu. Doğu’yu anlatan yazarlardan farkı ise, Osman şahin’in olay ve kişilere daha insanca bakmış, daha insanca yaklaşmış olmasıdır.
Osman Şahin’in çocukluk yılları Toroslar’da geçmiştir. Çocukluğunda yaşadıklarından, duyduklarından ya da daha sonraları kendisine anlatılan olaylardan müthiş öyküler yaratmıştır. Dört kuşak geri dedesi Çolak Osman Ağa efsanelerinden çok güzel öyküler avlamıştır. Yazarımız her iki bölgeyi de çok iyi tanıdığından, öykülerinde ikisinden de asla vazgeçememiştir.
Öykülerinin kurgusu oldukça sağlamdır. Giriş ile sonuç arasında gayet güzel bir uyum vardır. Öykü mimarı Osman Şahin, okuru etkilemesini çok iyi bilir. Onu öykünün içine çekmek, heyecanlandırmak, merak ettirmek, öyküyü bırakmasına izin vermemek onun en önemli özelliklerinden biridir. Onun öykülerinde müthiş bir gerilim, zaman zaman hızlı bir tempo dikkat çeker.
Ayrıca okur çoğu kez onun öykülerinde, öykü içinde öyküyle karşılaşır: Geri dönüşlerle öykü kahramanları ya da olayla ilgili çok çarpıcı kısa bilgiler verir. Verdiği o birkaç cümlelik bilgi, bir bakmışsınız bir başka zaman kocaman bir öykü olup çıkmıştır. “Ölüm Oyunu” öyküsü buna açık seçik bir örnektir: İdris, babasının katili Hamit’i ormanda kıstırıp öldürür, cesedini de bozulup kokuncaya, kurtlanıncaya kadar ayaklarından asılı bırakır ağaçta. Osman Şahin’in “Ölüm Oyunları” adlı öykü kitabı 2002’de çıkmıştı. Sekiz yıl sonra çıkan “Darağacı Avı”, işte o öyküde geçen üç cümlelik bilginin tam yirmi yedi sayfada anlatılmış biçimidir.
İdris’i kovalayan kardeşlerin babası da onun babasını kan davası nedeniyle pusuya düşürerek değirmende öldürmüş, cesedini taşa bağlayarak saatlerce döndürmüş, kurbanına eziyet etmiş. Kim bilir, bir gün bir bakarsınız Osman Şahin, bu kısacık bilgiden de müthiş bir öykü çıkarır.
Dil konusunda çok titizdir, Osman Şahin. “Dilimizi toprağımızı korur gibi korumalıyız. Çocuklarımıza bırakabileceğimiz en büyük servet, zengin, temiz bir Türkçe olmalıdır” der.
Türkçenin sunduğu olanaklardan çok iyi yararlanan, sözcükleri bir kuyumcu titizliğiyle seçip kullanan Osman Şahin, konuşma dilinden uzak, düzgün, temiz, anlaşılır, akıcı, şiirsel bir öykü dili kullanır. Çıplak ve düz bir anlatım yerine betimlemelere, imgelere, simgelere, çağrışımlara başvurur. Olayın geçtiği bölgeye özgü sözcük ve deyimlerden de yararlanmasını bilir. Okur da bu öykülerde belki de ömründe ilk kez duyduğu “Ağız içinde dil gibi”, “Ağzı kör olasıca”, “Dağın başındaki su kimseye ait değildir” gibi sözcük ve sözcük öbekleriyle, deyim ve atasözleriyle karşılaşır.
Değerli Dostlar!
Konusuyla, kurgusuyla, mesajıyla, diliyle kırk yıldan beri yazınımıza birbirinden değerli yapıtlar kazandıran ustam Osman Şahin’in 40. sanat yılını en içten duygularımla bir kez daha kutluyor, kendisine saygılarımı sunuyorum. Sizlere de dikkat ve sabrınız için teşekkür ediyorum.
En son Osman Şahin konuşuyor ve soruları yanıtlıyor.

Hiç yorum yok: