KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

26 Ekim 2011 Çarşamba

BAŞKANIN KOLTUĞU


Çağdaş Türk Dili’nin Temmuz 2011 sayısında yayımlanan “Başbakanın Koltuğu” öyküsünde Muzaffer İzgü, 23 Nisanda başbakanın koltuğuna oturacak ilköğretim öğrencisi Yunus’un ve diğer öykü kahramanlarının bu olay karşısındaki kişilik yansımalarını ele almıştır.
“Başbakanın Koltuğu”, yazar, anlatıcı ve ana kahramanın örtüştüğü bir öyküdür. Olay, ana kahramanın bakış açısından anlatılıyor. Ana kahramanı yönlendiren, ona yardımcı olan kişi çocuğun öğretmenidir. Zıt karakter ise başbakandır. Diğer kahramanlar da, okurun ana kahramanı tanımasına yardımcı olmaktadır.
Yunus, dokuz yaşında, sınıf birincisi, arkadaşlarıyla hiç kavga etmeyen, kimseye bağırıp çağırmayan, paltosunu ve önlüğünü dolabına asan ilköğretim üçüncü sınıf öğrencisidir. Bu bilgiler öykü içerisine serpiştirilmiş olup, birçok kişi tarafından veriliyor: Yunus’un üçüncü sınıfta ve dokuz yaşında olduğunu anneannesinden öğreniyoruz. Sınıf birincisi olduğunu bir öğrencinin, “Başbakan da sınıf birincisi miydi öğretmenim?” sorusundan çıkarıyoruz. Arkadaşlarıyla hiç kavga etmediğini, kimseye bağırıp çağırmadığını, paltosunu ve önlüğünü dolabına astığını da bizzat Yunus’un kendisinden duyuyoruz.
Okur, zıt karakter başbakan hakkındaki bilgileri ise Yunus ve başbakanın kendisinden öğreniyor.
“Ben başbakanı çok iyi biliyorum. Onu televizyonda konuşurken izliyorum, hiç gülmüyor, hep bağırıyor, kaşlarını çatıyor, sanki karşısındakiyle kavga ediyor…”
Başbakan ise başbakan hakkında şunları söylüyor: “Tamam Yunus” diyor, “şimdi sen başbakansın, ister asarsın, ister kesersin…”
Diğer kahramanlara gelince, onlar da Yunus’a verilen bu görevden kendilerine pay çıkarmak, gururlanmak ve övünmek istemektedir:
Anneanne, “Ay yavrum Yunusum, inşallah gerçek başbakan olursun” diye dua ediyor. Yunus’un televizyondaki görüntülerini banda alacak, onları Yunus’un çocuklarına gösterecek, “Bakın çocuklar, bakın, babanız başbakanken…” diyecek.
Yunus’un annesi, “Benim oğlum bana benzer, o kadar” diyerek bunu bir övünç vesilesi olarak görmektedir.
Okul müdürü, “ Aman çok dikkatli ol Yunus, haydi bakalım okulumuzun yüzünü kara çıkarma” diye tembihliyor.
Yunus’un öğretmeni sözleri ve davranışıyla öğrencisini sakinleştirmeye ve ona yol yordam göstermeye çalışmaktadır.
Ama gerek müdür gerekse öğretmen, yönetimin baskısını üzerlerinde hissediyor olmalı ki her ikisi de aşağı yukarı aynı cümleleri yineliyor: “Başbakan ne derse yap… Başbakanı dinleyeceksin, senden ne isterse yapacaksın…”
Öykünün giriş bölümü ile sonuç bölümü arasındaki uyum da oldukça hoştur. Başlangıçta başbakanın koltuğuna oturacak bir çocuktan söz ediliyor. Sonuçtaysa aynı çocuk, başbakanlıktan koşarak dışarı çıkıyor. Okur, çocuğun başbakanla ne konuşacağını, ondan neler isteyeceğini merak ederken beklenmedik bir sonla karşılaşıyor. Giriş ile sonuç arasındaki bu uyum, öykünün mimarisinde tutarlılığın kanıtıdır; yazar için de duygu ve düşüncülerini, dünya görüşünü açıklayabilmesi bakımından ayrıcalıklı bir araçtır. Muzaffer İzgü, ta ilk cümleden itibaren sorun ya da sorunları ortaya koymaya başlamış, öykünün sonuç bölümünde de çözüm getirmiştir. Sonucun başlangıçla hangi yollarla, hangi değişimler aracılığıyla farklılaştığını büyük bir ustalıkla göstermiştir.
Oldukça yalın, dokuz yaşındaki bir çocuğa yakışan bir dil kullanılmış. Ara sıra da onun bilemediği deyimle alay edilmiştir. Müdür, “ Okulumuzun yüzünü kara çıkarma” deyince, Yunus kendi kendine, “Okulumuzun yüzünün kararması ne demek? Okulumuzun yüzü var mı ki,” demiştir. Ayrıca “Çişim mi var?”, “Ya başbakan bana, ‘haydi zeybek oyunu oyna bakalım Yunus’ derse ne yapacağım?”, “Haydi yavrum Yunus Başbakan, şuradan bize iki acılı Adana söyle” cümleleri ile “ay”, “amanın”, “oh”, “uuuu”, “uf”, “ah”, “hıh” gibi ünlemler öyküye ayrı bir tat vermektedir.
Öyküde birkaç gün süren olay, zamandizinsel sıra izlemektedir. Anlatı zamanındaysa geriye dönüşler, ileriye sıçrayışlar bolca kullanılmıştır. Şimdiki zamanla başlayan öykü, bir bakmışsınız gelecek zamanla devam ediyor, derken geçmiş zamana kayıvermiş. Bu geçişler, bir izlek ve anlam bütünlüğü çerçevesinde olduğu için de okuru rahatsız etmiyor, tam tersine öykünün mizah özelliğini pekiştiriyor. Ayrıca gidişgelişler uzun sürmediği için de öykü, temposundan hiçbir şey kaybetmiyor.
Birkaç günlük bir olay, üç sayfada anlatılmış. Anlatının kompozisyonuna baktığımızda, neredeyse iki sayfası öykünün giriş bölümünü oluşturuyor ve başlangıç durumunu ele alıyor ayrıca sonuç hakkında gizli gizli ipuçları veriyor. Gelişme bölümü, geriye kalan tek sayfanın yarısında başlıyor. Konuklar başbakanlıktan gelen özel bir araçla yola çıkıyorlar. Yunus, başbakan ile tanışıyor. Onun koltuğuna oturuyor. Başbakanın, “Şimdi artık sen başbakansın, ister asarsın, ister kesersin…” cümlesi çocuğun aklını başından alıyor. “Amanın işte, aklıma gelen başıma geldi,” cümlesiyle gerilim başlıyor. Çocuğun koltuktan fırlayıverip, “Ben asamam öğretmenim, ben kesemem öğretmenim! Buraya asanlar, kesenler otursun öğretmenim!” demesiyle de beklenmedik bir şekilde sona eriyor öykü.
Yunus’un başbakanlığa girmesiyle mekân daralmaya başlıyor; “Eh artık, ben yürüyor muyum, yoksa uçuyor muyum, bilemiyorum” cümlesinden de anlaşılacağı gibi kapalı mekân çocuğu heyecanlandırıyor. Dar ve kapalı mekân aynı zamanda “Çişim mi var?” “Yok, yok…” “Uzanan kimin eli? Ay, ay, ay…” “başbakanın eli…” gibi kısa kısa cümlelerle dilde de gözlemleniyor. Ancak Yunus koltuktan fırlayıp, geniş mekâna çıkınca rahatlıyor ve “Ay, ben başbakanlık koridorlarını biliyormuşum be…” “İki dakika sonra bahçedeydim. Kapıya doğru koşuyordum” cümlelerinde de görüldüğü gibi rahatlama artık dilde de kendini duyumsatıyor.
Muzaffer İzgü olayı anlatırken neden sonuç ilişkisine girmemiştir. Soruna çözüm de getirmemiş, yalnızca olup biteni okurun gözleri önüne sermiştir. Bunu yaparken de ne aşağılayan bir tutum ne de yol gösterici bir yaklaşım izlemiştir. O yalnızca, çağına toplumsal ve politik açıdan tanıklık etmiş, öykü kişilerinin duygu ve düşüncelerini hatta edimlerini gözler önüne sermiştir. Yazar özel bir çaba sarf etmemiş ama yine de okuru düşündürüp şaşırtmıştır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: “Başbakanın Koltuğu”, okunması ve okutulması gereken bir öyküdür.
Çağdaş Türk Dili
EKİM 2011, 284. SAYI

Hiç yorum yok: