KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

11 Ocak 2012 Çarşamba

YAĞ TULUMU


“Yağ Tulumu”, Guy de Maupassant’ın, (Gi dö Mopasan) Fransızcası “Boule de suif” (Bul dö Süif) olan bir öyküsüdür. Türkçeye bazen “Yağ Tulumu” bazen de “Tombalak” diye çevrilmiştir. Ana kahraman şişko bir kadın. Öyküye de bu yüzden bu ad veriliyor.
Öykünün ana fikri şu olabilir: “Gerçek yurtseverler sıradan insanlardır.” Savaş, vatanseverlik, direniş, özgürlük gibi ana temaların işlendiği öykü, cinsel tatmin, nüfuz, çıkarcılık, nankörlük gibi yan temalarla da beslenmiştir.
Öyküde anlatılanlar 1870 savaşında yaşanan ya da yaşandığı düşünülen olaylardır. Fransız askerleri yenilince Almanlar, Rouen kentini işgal eder. Toplumun çeşitli kesimlerinden on kişi, işgal kuvvetleri başkomutanından gidiş izni alarak, kış günü posta arabasıyla Dieppe kentine gitmek üzere yola çıkar. Arabada Bréville Kontu ve eşi, tekstil sanayisinin önde gelen şahsiyetlerinden fabrikatör Carré-Lamadon ve eşi, şarap tüccarı Loiseau ve eşi, iki rahibe, demokrat Cornudet ve hayat kadını “Boule de suif” (Tombalak) bulunmaktadır.
Yolcular, öğleye Totes kasabasına varmayı planlamışlardır ama kötü hava koşulları nedeniyle araba çok yavaş ilerlemektedir. İkindiüzeri yolcuların hepsi acıkır ama Tombalak dışında hiçbirinin yiyeceği yoktur. “Fahişe”, “toplumun yüzkarası” diye aşağıladıkları kadın, sepetindeki tüm erzakını onlarla paylaşır. Durum böyle olunca da diğer yolcuların hayat kadınına karşı takındıkları tutum ve davranışları değişir.
Akşam Totes kasabasına gelirler. Almanlar bu kasabayı da işgal etmiştir. Komutan, yolcuların kaldığı handa, Tombalak ile yatmak ister. Kadın karşı çıkar. Komutan da isteği yerine getirilmediği sürece yolcuların gitmesine izin vermez.
Başlangıçta Tombalak’ı destekleyen yolcular, gün geçtikçe onu ikna etmeye çalışırlar ve işgalci Alman ile yatmasının kötü bir davranış olmayacağına, kendisinin ve diğer yolcuların ancak böylelikle kurtulabileceğine kadını inandırırlar.
Ve ertesi sabah serbest kalarak yollarına devam ederler. Ne var ki akşam yalvaranlar, yol boyunca Tombalak’a yine ters davranmaya, onu yok saymaya, konuşmalarıyla iğnelemeye başlarlar. Öğle yemeklerini yerlerken de, zamansızlıktan erzak alamayan kadına bir lokma bile vermezler. Tombalak, gururunu kimler için ayaklar altına aldığını düşünerek, Dieppe’e kadar yol boyunca ağlar durur.
Dört bölümden oluşan öyküde kapalı mekân çok baskındır. Birinci bölüm, kuşatılmış sonra da işgal edilmiş Rouen kentini anlatmaktadır. İkinci bölüm, tam 14 saat, posta arabasının içinde geçmektedir. Üçüncü bölümde işgal edilmiş bir han söz konusudur. Yolcular salı akşamı varır ve pazar sabahı yollarına devam edebilirler. Totes kasabası da kar altındadır. Son bölümdeyse yolcular yine kapalı bir mekânda ve araba Dieppe’e varırken karanlık basmaktadır kenti. Bu durum haliyle kahramanlara da yansımaktadır: Tombalak, gerek komutanın emriyle gerekse de yol arkadaşlarının tutumları, davranışları ve de ikna çabalarıyla baskı altında kalmış, kuşatılmış bir kadındır. Diğer yolcuları da önyargıları sarmıştır.
Öyküde olay zamanı dört buçuğu handa geçmek üzere beş gündür. Bu zaman zarfında olup biteni de yazar anadilinde, yayıncılara göre değişse de, ortalama altmış sayfada anlatmıştır. Anlatı zamandizinsel bir sıra izlemektedir. Geri dönüşlere çok az rastlanmaktadır; bu da yalnızca bilgi aktarmak içindir ve anlatı zamanına dönüş de çok çabuk olmaktadır.
Yazar, mekân ve kişi betimlemelerinde, duygu ve düşüncelerini aktarırken o kadar ayrıntıya giriyor ki haliyle öykü yavaş bir tempoda ilerliyor. Bunun böyle olması da öyküdeki gerilimi ortadan kaldırmıyor.
Maupassant, öyküsünü geçmiş zamanda anlatırken, genelleme söz konusu olunca aşağıdaki örneklerde olduğu gibi geniş zaman kullanmıştır:
“Normandiyalı bir tüccar zenginleştikçe, tavizler onun canını yakar; servetinin bir parçasının bile başkasının eline geçtiğini görmek ona çok büyük acı verir.”
“Bütün bir halkı, yıkılan evlerin altında ezen deprem; boğulan köylüleri, sığır ölüleriyle ve çatılardan düşen direklerle birlikte yuvarlayıp götüren taşkın bir ırmak ya da kendini savunanları kılıçtan geçiren, diğerlerini esir alıp götüren, Kılıç adına yağmalayan ve top sesiyle Tanrıya şükreden muzaffer bir ordu da, sonsuz adalete dair tüm inancı, bize öğretilen yukarıdakinin koruyuculuğuna ile insanoğlunun zekâsına olan tüm güveni aynı derecede sarsan felaketlerdir.”
Anlatı zamanıyla okuma zamanı arasında 131 yıllık bir fark olsa da Tombalak öyküsü temaları yönüyle hâlâ modernliğini korumaktadır. Kadınlar yine seks kurbanı; ikiyüzlülük, paranın gücü, çıkar, nüfuzunu kullanma, toplumsal önyargılar, insanın insanı aşağılaması ne yazık ki günümüzde de geçerli. İşte bu yönüyle öykü güzelliğini 131 yıl sonra da korumaya devam etmektedir.
Anlatıcı, tüm kahramanların duygu ve düşüncelerini, mazilerini, çeşitli zamanlarda olup bitenleri biliyor. Olaylar üzerine fikrini belirtiyor. Bu nedenle Tanrısal bakış açısı hâkimdir öyküye. Ayrıca öyküde anlatı eylemi ve anlatıcının sesini yükselttiği durumlar, bazen anlatılan olay kadar önemli bir yer tutuyor.
Maupassant kısa cümleler yanında çok uzun cümlelere de başvurmuştur. Bundan başka dil açısından da çok anlamlı sözcükler, ilginç benzetmeler, mitolojiye göndermeler de var öyküde ancak bunların bazılarının Türkçeye çevrilmesi oldukça güçtür:
Her şeyden önce kahramanın adındaki “suif” sözcüğü Fransızcada hem donyağı hem de skandal anlamına gelmektir. Tombalak’ın Alman subayı ile yatması öykünün sonunda diğer yolcuların gözünde bir skandaldır.
Öykü kahramanlarından şarap tüccarının adı Loiseau. Küçük bir yazım eksikliği dışında bu sözcük “kuş” anlamına gelmektedir. Loiseau tam anasının gözüdür. Hinoğluhinliğiyle meşhurdur. Bu durumu herkes de bilmektedir. Hatta bir gün vali konağındaki bir toplantıda, fabl, güfte ve yergileriyle tanınan Bay Tournel, uyuklayan kadınlara “Loiseau vole” oyununu oynayalım mı der. Bu söz herkesi güldürür ve bir ay boyunca da dillerden düşmez. Çünkü “vole” yüklemi iki anlamlıdır: Öznesi insan olursa “çalıyor”, kuş olursa “uçuyor” demektir.
Burjuva sınıfından olan Carré-Lamadon ailesiyle Bréville Kont ve Kontesi, diğerleri yemek yerken, bir hayat kadınının erzakından, karınları zil çaldığı halde, yemek istemezler ama dayanılmaz da bir işkence çekmektedirler. Yazar mitolojiye gönderme yaparak onların durumunu Tantalos(*)’unkine benzetir.
“Mavi üniformalı süvari subayları, en büyük ölüm aletlerini taş döşeli sokaklarda böbürlenerek sürüyorlardı…” cümlesinde olduğu gibi kılıç yerine “en büyük ölüm aleti” denilmektedir.
Bir yerde de “kar yağıyor” yerine “pamuk dökülüyor” cümlesi kullanılmaktadır.
Vermek istediği mesaj yönüyle de Maupassant, Fransız direnişini sınıfsal açıdan ele almıştır. Toplumun farklı sınıflarından temsilcilerin yapacağı yolculuk henüz başlamadan, zenginlerden biri şöyle der: “Rouen’a artık dönmeyeceğiz, Almanlar Le Havre’a yaklaşacak olursa oradan İngiltere’ye geçeceğiz!” Diğer zenginler de aynı karakterde olduklarından tasarladıkları da aynıdır. Çapkın, içki düşkünü ve Alman karşıtı cumhuriyetçi Cornudet, iş başa düşünce o da kaçmaktadır. Rahibelerse yaralı askerleri tedavi etmeye gidiyor.
Rouen’daki burjuvalar, ya işgalcilerle hemencecik kaynaşmışlar ya da bir başka yerde direnişe katılmak için değil de kendi çıkarları için kenti terk ediyorlar. Yalnızca Tombalak gerçek bir vatanseverdir. Öykü süresince de bu böyle vurgulanmıştır. Maruz kalacağı tehlike ne olursa olsun, kadın düşmanla barışa karşıdır. Rouen’da evindeki subaya saldırır, bu yüzden kenti terk etmek zorunda kalır. Handa vatan işgal altındayken bu iş yapılmaz diyerek Cornudet ile yatmaz. Sonra Alman subayını da reddeder. İşgalci bir komutanla yatmayı ülkesine ihanet ve gurur kırıcı bir davranış olarak görür ve sonuna kadar direnir. Hatta onun için, “İt oğlu it! Şerefsiz, pis herife, Prusyalı leş kargası” der. Oysa ulusalcı geçinen diğerleri rahat bir yolculuk yapabilmek için düşüncelerinden çabucak vazgeçebilmektedirler. Kadını ülkesini ve yol arkadaşlarını kurtarmak için Alman subayı ile yatması için ikna ederler. Ama bu kişiler, kurtulduktan sonra da onu hor görürler. Böylece yazar, gerçek yurtseverlerin sıradan insanların olduğunu vurgular.
Öyküde ahlaki değerler altüst oluyor: Kendilerini geleneksel değerlerin temsilcileri olarak gören insanlar ikiyüzlü davranışları nedeniyle kınanırken, ahlaksızlığın simgesi olarak kabul edilen hayat kadını, cömertlik, insanlık, kibarlık, hoşgörü, vatanseverlik gibi gerçek ahlaki değerlerin temsilcisi olarak gösteriliyor.
Sonuç olarak denilebilir ki Tombalak, insanoğluna yönelik müthiş bir eleştiridir. İnsanların amaçlarına ulaşabilmek için her yolun mubah görülebileceğini ne çabuk kabullendiklerini, birbirlerine karşı ne kadar zalim olabileceklerini gözler önüne sermektedir.

*Tantalos işkencesi:
Yunan mitolojisinde, Frigya Kralı Tantalos, Olympos Tanrılarının her şeyi bildiklerinden kuşku duyar. Denemek için de bir gün onları yemeğe davet eder ve oğlu Pelops’un etinden hazırlattığı yemeği onlara sunar. Ama Tanrıların gazabı büyük olur: Tantalos’u boğazına kadar bir nehre daldırırlar; ağzının hizasında da meyve yüklü dallar vardır. Kral, su içmek istediği zaman nehir çekiliverir. Acıkınca, meyve yemek ister ama bir rüzgâr çıkar ve dalları ondan uzaklaştırır.






ÇAĞDAŞ TÜRK DİLİ



OCAK 2012, 287. SAYI