KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

18 Şubat 2014 Salı

ÖLÜM KONDU PENCEREME

           
            Yatağımda iki büklüm, sucuk gibiyim. Çarşaf da sırılsıklam. Başımı yorgandan dışarı çıkarıyor, doğrulmaya çalışıyorum. Eşimi çağıracağım. Sesim kısık. Pencereye kayıyor gözlerim. Perde açık. Hava kararmak üzere. Bana bakan kıpkırmızı, pörtlek bir çift göz. Zayıf, esmer bir yüz, fırın gibi bir ağız, bembeyaz, kocaman dişler. Kara kukuletalı, kara cüppeli. Omuzlarına iriyarı bir kartal konmuş. Sağ elinde tırpan, sol eliyle “Gel, gel” işareti yapıyor. Gözlerimi sıkıca yumuyor, yorganı da iyice çekiyorum tepeme. Kalbim olanca gücüyle çarpıyor, yerinden fırlayıp gidecek sanki. 
            Yaşam yoldaşım gelmiş, perdeyi kapatmış, ışığı açmış. Hiç haberim yok. Yorganı kaldırıp da, “Nasılsın, Bi’tanem” deyice, açıyorum gözümü. Çamaşır değiştireceğim ama kollarımı kaldıracak gücüm yok. Gözkapaklarımsa düşü düşüveriyor. Kan ter içinde kalıyor eşim, çamaşırlarımı değiştireceğim derken. Sonra çıkıyor odadan. Tırpanlı yeniden gösteriyor kendini. Zayıf ince uzun. Bir oraya bir buraya zıplayıp duruyor. Elini uzatıyor bana. “Haydi gidelim” diyor. Gücüm olsa kaçacağım odadan. Umarsız, bildiğim tüm duaları okuyorum. Ardından yan dönüyor, gözlerimi kapatıyorum. Midem bulanıyor. Karnım kütük gibi. Birkaç gündür tuvalete de çıkamıyorum. 
                Döndürüyor beni Kara Cüppeli, zorla gözlerimi açıyor. Burun burunayız. Kulakları çınlatan bir kahkaha atıyor. Sonra da geçip oturuyor üstüme, başlıyor zıplamaya. Bir ter boşanıyor, bir ter… 
                 Kucaklıyor beni, çırpıyor koca kanatlarını. Uçuyoruz dipsiz bir kuyuya doğru. Bir tarlaya iniyoruz. Ölen tüm akrabalarım orada. Kimi sebze topluyor kimi meyve. “Bundan sonra sen de onlarla birlikte olacaksın” diyor. Yani ben, şimdi ölü müyüm, diyorum. Yanıtlamıyor. 
                 Yaşam arkadaşım odama gelince rahatlıyorum. Tırpanlı iniyor üstümden ve gizemli bir şekilde yok oluyor ortadan. Bir kez daha çamaşır değiştiriyorum. 
                Yemek saati. Hiç iştahım yok. Yarım kâse çorbayı zor içiyorum. Hep böyle oluyor her kemoterapi sonrası. Her seferinde de üçüncü gün ancak toparlayabiliyorum kendimi… 
              Ertesi gün akşamüzeri hem göğsümde hem sırtımda daha öncekilerden farklı bir ağrı duyumsuyorum. Hemen acil servise. Birkaç saat sonra tanı konuyor: Kalp krizi. Yoğun bakıma götürülüyorum. Kocaman bir salon. Yataklar birbirlerinden perdelerle ayrılıyor. Benimki pencereye karşı…
           
Tırpanlı’yı bu kez de yoğun bakımda görüyorum. “Cenaze arabasını çağırayım mı” diyor. Ne cenazesi, ne arabası diyorum. “Unuttun mu yoksa üç ay önce Ankara’ya gelirken, yolda kendi kendine söylediklerini?”
                   Çok iyi anımsıyorum o yolculuğu, o ölümden kaçışı. İki ay boşuna oyalanmıştım oralarda. Ne hap ne iğne işe yaramıştı. O adı kötü hastalıktan kuşkulanmaya başladım. Belki başlangıç aşamasındadır. En iyisi Ankara’ya gitmek dedik, nasıl olsa evimiz de var orada. Düştük yola. Arabayı kendim kullanıyordum. Dönüşüm nasıl olacaktı acaba, kendi arabamla mı yoksa cenaze arabasıyla mı dönecektim? Bunu anımsatıyor olmalı Tırpanlı. 
                     Sinirlerim bir kez daha bozuluyor. O an keşke eşim yanımda olsaydı diyorum. Hayır, hayır! Çok bencilce bir düşünce bu. Zaten olası da değil, refakatçi kabul edilmiyor. Böyle olması daha iyi. Hastanede kalacağım sürede, belki o da dinlenir biraz. Çok yorulmuştu gerçekten. Kolay mı benim gibi bir hastaya bakmak! Çok değişmiş, huysuz bir ihtiyar olmuştum, tam bir sinir küpü. Ama o, iyi günde de kötü günde de hep yanımda olmuştu. En ters davrandığım anlarda bile bırakmamıştı elimi, can yoldaşım. “Gitmek yok. Beni yapayalnız bırakamazsın. Gayret et, salıverme kendini. Biz nelerin üstesinden gelmedik ki! Bunu da atlatacağız” diyerek yüreklendirirdi beni. 
                     Tırpanlı geliyor yanıma, tutup kolumdan çekiyor. “Oyun bitti. Haydi, gidiyoruz. Kanser artı kalp krizi, bunlardan daha iyi bahane mi olur seni götürmek için! Nasıl olsa hazır da sayılırsın: Arabanı, kredi ve banka kartlarını, banka hesap cüzdanlarını, tapularını, cüzdan ve kimliğini teslim ettin ya sevgili eşine, diyor ve o korkunç kahkahasını bir kez daha atıyor. 
                    Hayır diyorum, hayır. Gitmeyeceğim, daha yarım kalmış işlerim var, benim. Sonra, her hastalığın sonucu ölüm değil ki! Çek git lütfen rahat bırak beni… 
                     Yine kan ter içindeyim. Perdeleri çekip, bin bir güçlükle üstümü değiştiriyorum. Kahvaltı saati. Yaşama tutunmak için yiyorum. Bir doktor bana anjiyo yapılacağını söylüyor. Bir süre sonra da alıp götürüyorlar. Tırpanlı haklı galiba diyorum. Hem kanser hem kalp. Al sana iyi bir ölüm nedeni. Bir korku düşüyor içime. Ya masada kalırsam! Korkunun ecele faydası yok; vade yetmişse fiş prizden çekilecek, ampul de sönecektir.
                     Her şey yolunda gidiyor. Yeniden yoğun bakımdayım. Bir kadın hasta bağırıyor yanı başımda: “Hey, Allahım! Neden ben, he? Neden ben? Ne istedin de yapmadın? ‘Namaz kıl’ dedin, kıldım. ‘Oruç tut’ dedin, tuttum. ‘Zekât ver’ dedin, verdim hem de misli misli. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Köyüme cami bile yaptırdım. Ne istedin de yapmadım ki! Söyle öyleyse neden ben? Daha neyimi sınıyorsun?..”                            Hemşire kesiyor kadının sesini: “Lütfen, hanımefendi! Yeter artık. Hasta olan yalnızca siz değilsiniz burada. Şöyle bir bakın çevrenize daha kaç kişi var yatan…” Gerisini anımsamıyorum, uyumuşum…
           Yoğun bakımda günler geçtikçe ağrılarım yavaş yavaş azalıyor. Titremeler, terlemeler de seyrekleşiyor. İştahım yeniden açılıyor. Artık Kara Cüppeli de görünmüyor gözüme. İnatla yaşama tutunmuş, hastaneden çıkacağım günü bekliyorum sabırsızlıkla. 
               Baş tacım geliyor beni almaya. Koluma giriyor. Hastanenin bahçesinde, taksi durağına doğru yürüyoruz. Kefeni galiba yırttım diyorum. O da, “Yırtmakla kalmadın, çıkarıp attın da” diye ekliyor. 
                   Hava mis gibi. Gökyüzü pırıl pırıl. Biniyoruz bir taksiye. Uçuyorum sevinçten. Özlemişim evimi…

NOT: Bu öykü Çağdaş Türk Dili dergisinde de (Şubat 2014, sayı 312)  yayımlanmıştır.      

Hiç yorum yok: