KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

KELENDERİS'TEN AYDINCIK'A

20 Eylül 2010 Pazartesi

MEKANIM MİTOLOJİK BİR KENT: KELENDERİS

Tarihi kentlerin genellikle bir kuruluş öyküsü vardır. Yunan mitolojisi bu türden söylencelerle doludur.

Kuruluş mitolojisi olan kentlerimizden biri de, Toroslar’ın eteğinde, günümüzden yaklaşık dört bin yıl önce, Zeus’un oğlu Hermes’in torunlarından Fenikeli Sandokos tarafından bir kale ve ticaret kenti olarak kurulmuş Kelenderistir. Bu kentin adı, 19. yüzyılın başlarında, halk ağzında Gilindire’ye dönüşür. 1965 yılında da Gilindire adı, Akdeniz’in mavi karanlığına gömülür ve o yıllarda Gülnar’a bağlı olan bu nahiye, tarihi geçmişiyle hiçbir ilgisi olmayan Aydıncık adını alır.

Kentin kuruluş mitolojisi hakkında Batılı kaynaklar şu bilgileri veriyor:

“Hermes ile Herse’nin Cephale adında bir oğlu olmuş. Cephale’e âşık olan Eos, onu Suriye’ye kaçırmış ve orada evlenmişler. Tithonos adında bir erkek çocukları dünyaya gelmiş. Tithonos’tan, Phaeton, ondan Astinoos ve ondan da Sandokos doğmuş. Sandokos Suriye’den Kilikya’ya gelmiş, orada Kelenderis şehrini kurmuş. Sonra Hyrie kralı Messagoras’ın kızı Pharnace ile evlenmiş ve bu evlilikten Kinyras dünyaya gelmiş. Kinyras da büyüyünce, halkının bir kısmı ile Kıbrıs’a geçmiş. Orada Baf kentini kurduktan sonra da Kıbrıs kıralı Pygmalion’un kızı Metharme ile evlenmiş. Daha sonra da Kıbrıs’a kral olmuş.

Kral Kinyras’ın, Myrrha adında, güzelliği dillere destan bir kızı vardır. Kral, kızının Aphrodite'ten daha güzel olduğunu iddia eder. Aşk ve güzellik tanrıçası da, kralın kızını kıskanır ve onu babasına âşık eder. Myrrha da dadısının aracılığı ile fark ettirmeden geceleri babasının yatağına girer. Kral birkaç kez birlikte olduğu kadının kızı olduğunu fark edince, Myrrha korkudan sarayı terk ederek ormana sığınır. Bilmeyerek girdiği bu ensest ilişkiden utanç duyan kral da, kızını öldürmeye karar verir ve peşine düşer. Myrrha kurtulmak için tanrılara yalvarır. Zeus, kıza acır ve onu Toroslar’a fırlatır. Orada onu mersin (murt) ağacına dönüştürür. Bir süre sonra bu ağacın kabuğundan nur topu gibi bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Adı da Adonis. Büyüyünce de yakışıklı bir delikanlı olup çıkar. Aşk Tanrıçası Afrodit ona aşık olur.

Afrodit, sevgilisi Adonis ile ormanda gezip tozmaya başlar. Tanrıça’ya vurgun olan Savaş Tanrısı Ares, yakışıklı delikanlıyı çok kıskanır. Bir gün, Afrodit şerefine düzenlenen bir av partisinde Ares, bir yabandomuzu salar Adonis’in üzerine. Hayvan yaralar onu. Ölümle pençeleşir Adonis. Afrodit onu kollarına alır ve sağaltmak üzere götürürken damlayan kanlar, kırmızı anemonlara dönüşür.

Aydıncık’taki Yörük Tepe, mart başından itibaren işte bu kıpkırmızı dağlalesine bürünür. Murt ise yaz ortasından sonbahara kadar beyaz çiçek açar yörede. Kasımdan itibaren de beyaz üzerinde morumsu siyah lekeler bulunan, bol çekirdekli kekremsi meyveler verir.

Murt ve anemonun yörede bolca yetişmesi, çekiyor insanı mitolojik öykünün içine, nedense inanası da geliyor.

Kentlerin kuruluş mitolojisi, bir köken arayışından kaynaklanır ve o dönem insanın hayal gücünün ürünü olan bu bilgiler, binlerce yıldır aktarıla aktarıla günümüze ulaşmış. Bilgilerin doğruluğu ya da yanlışlığı önemli değil, önemli olan bu bilgilerin söz konusu kentlere tarihi bir kimlik kazandırmasıdır.


YAŞADIĞIM KENTİN TARİHÇESİ: KELENDERİS-GİLİNDİRE-AYDINCIK


Kuruluş mitolojisine göre, yaklaşık 4 bin yıl önce, Fenikeli Sandokos, Suriye’den Kilikya’ya gelir ve bugünkü Aydıncık’ın yerinde bir liman ve ticaret şehri olarak Celenderis’i kurar. Kelenderis’in adı, zaman içerisinde değişimlere uğrayarak Kalendria olur. 19. yüzyıl başlarında da Gilindire’ye dönüşür.

Yolu bu limana uğrayan gezginlerin verdiği bilgilere göre, Gilindire 1800’lü yıllarda, bir han ve ilkel birkaç damdan oluşan fakir bir köydür. İstanbul-Kıbrıs postası pek işlek olmayan ve hemen hemen hiç ithalatın yapılmadığı bu limanda gemiye yüklenir. Gemiler de yük ve yolcusuyla açılır denize. Suriye’ye inşaat malzemesi ya da odun olarak kullanılmak üzere kereste gönderilir. Dışsatımı oluşturan diğer kalemlerden meşe palamudu Siros Adası’na; tereyağı, peynir vb. gibi besin maddeleri ile yün ve ham deri de Kıbrıs’a satılır.

Gilindire’nin halk arasındaki bir adı da İskele’dir. Küçük bir liman kasabası olan Gilindire uzun yıllar Gülnar ilçesine merkezlik yapar. Vital Cuinet’nin verdiği bilgilere göre “Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır”. Tanin Gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif 1910 yılında Gilindire’ye gelir. “Gülnar Kazası’nın merkezi olan Gilindir üç yüz evden fazla değildir. Bir dağın eteğine kurulmuş. Halk İslam ve Rum'dur. Rumlar daha kalabalıktır. İki taraf birbirleriyle pek güzel geçiniyorlar, diyebilirim ki, burası bir birlik örneğidir. Gilindir'in ihracatı kereste, odun, kömür, palamut tereyağı gibi şeylerdir. Halk fakirdir... Arazi ziraata o kadar uygun olmadığından, halk zorunlu olarak ormanları yakarak tarla haline getirmektedir.”

Her iki yazarın da belirttiği gibi 1900’lü yılların ilk çeyreğinde zaman zaman ezan, zaman zaman çan sesinin duyulduğu bu ilçe merkezinde, bir tarafta uluslararası bağlantıları olan, ekonomik yönden daha güçlü, ev ve tarla sahibi, ticaret ve sanat yaşamını elinde tutan Rumlar ile diğer tarafta dünyaya kapalı, hayvancılıkla uğraşan, çoğunluğu göçer Türkler, birlikte yaşamaktadır.

Rumlar, liman çevresinde otururlar. Yapı ustası, demirci, kalaycı, fırıncı, ayakkabıcı, fes kalıpçısı, boyacı, berber, meyhaneci hepsi onlardan. Bazı Rum tüccarlar, Kıbrıs’tan fasulye tohumu getirip yarıya ektirirler. Sonra da ürünleri dışarıya pazarlarlar. Kasabanın tek değirmeni de onların elinde. Liman çevresindeki çok sayıda mağaza da Rumlara ait.

Göçerlikten yerleşik düzene geçmeye çalışan Türkler, Hacıbahattin’in batısında büyük bir köy kurarlar, adına da Purgulu derler; tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Dağlık yörelerde yaşayan göçebe halkın hayvansal ürünleri ile tabiatın sunduğu keçiboynuzu, meşe palamudu gibi orman ürünler kasabaya getirilir, Rumlar tarafından dış pazarlara satılır.

Savaş korkusu ve sahilin tehlikeli olmaya başlaması üzerine, 1915 yılında Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınma macerası başlar. Birçok köyün Kaymakamlığı kabul etmemesi üzerine, Yörüklerin alış veriş yaptıkları Hanaypazarı’nda hükümet çadırları kurulur ve burası Gülnar İlçesi’nin merkezi yapılır. Bunun üzerine Gilindireli tüccarların bir kısmı oraya göçer.

1920’li yılların ortalarında Rumlar Gilindire’den ayrılınca, nüfus daha da azalır. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satılır. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın almaya başlarlar. Hazine, satılan taşınmazın taksitini yatıramayanlardan onları geri alarak ikinci bir ihaleyle başkalarına satar.

Rumların göçüyle birlikte, Gilindire’deki ekonomik işleyiş de değişime uğrar. Ticaret ve sanatla uğraşmak Türklere düşer. Bunun sonucu kentin ekonomik yapısı değişir. Dış ticaret hemen hemen durma noktasına gelir. On beş ya da yirmi günde bir uğrayan gemiler açıkta demirler, yörenin ihtiyacı olan tekel maddesi, diri tuz ve gazyağı getirir; meşe palamudu, kuru üzüm, keçiboynuzu, yağ, arpa, buğday, üzüm, fıstık ve yolcu alıp giderler. Yelkenli tekneler ise yılda bir ya da iki kez gelip canlı küçükbaş hayvanları İstanbul’a götürür. Tüm bunlar gemi ve teknelere küçük sandallarla taşınır. Bu faaliyet, kayık sahipleri ve çalışanların yanında hamallar için de önemli bir gelir kaynağıdır.

Halikarnas Balıkçısı’nın Deniz Gurbetçileri adlı romanında anlattığı gibi, Antalya ya da Mersin’e karayolu ile ulaşım oldukça güçtür: “Kentte (Gilindire’de) bir tüfekçi buldular. Bir eski tüfek namlusundan bir parça kestirmeyi düşündüler. Ama eni uymadı. Çatlağı onarmak için kaynak lazımdı. Kaynağı ya Mersin ya da Antalya’da yapabilirlerdi. O parça alınıp, karadan atla mı, deveyle mi ta o söylenen kentlere götürülüp onarılmalı sonra da gene eşekle mi atla mı, deveyle mi Gilindire’ye getirilmeliydi. Bu olacak iş değildi…”

Gilindirelide ticaret ile uğraşmak için yeterli sermaye de olmayınca, Mersin ya da başka yerlerdeki tüccarlar adına mal alınır ve gemilerle yollanır. Biraz parası olan ya da veresiye mal alıp ödemeye çalışan tüccarlar oluşmaya başlar ama limanın olmayışı, yükleme zorluğu ve maliyet artışı sonucu deniz ticareti de yapılamaz olur. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa, buğday, mercimek ekmeye zorlar. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile de nahiye terkedilmiş bir hayalet kente dönüşür.

1963-1964 yılları arasında, iş makineleri çalışmaya başlar Gilindire’de. Eski ve dar olan yol genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini alır. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olur, bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyiverir. Binaların yerine de kalın bir duvar çekilir. Gilindire bir deprem yaşar adeta.

1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapılır ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu Deresi’nden 40-50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanır. Gilindire’nin çorak arazilerinde artık güller açar. Bereketli topraklarda sera yapıp turfanda sebze yetiştirmek üzere nahiyeye büyük bir göç başlar.

1960 Devrimi’nden sonra başlatılan köy ve kasaba adlarının değiştirilmesi furyasında, bu küçücük balıkçı kasabasına da 1965 yılında tarihi geçmişiyle hiçbir ilgisi olmayan Aydıncık adı verilir. Artık resmen kullanılmayan Gilindire adı da tapu kayıtları, nüfus cüzdanları, diplomalar, kitaplar ve anılarda kalır.

Gülnar ilçesine bağlı, sırtı dağ, önü deniz küçük bir bucak olan Aydıncık’ta, 1972 yılında İskele Belediyesi kurulur. Aydıncık, elektriğe Mart 1980 ve evlerde içme suyuna Mayıs 1984 tarihinde kavuşur.

Aydıncık 3392 sayılı kanuna göre 19.6.1987 tarihinde İçel iline bağlı bir ilçe olur. Ayrıca bu kanunla İskele Belediyesi’nin adı da Aydıncık Belediyesi’ne dönüştürülür.

Hiç yorum yok: